Uruguay’dan motosikletimi satın almış, güzel anılar biriktirmiş, son olarak Colonia del Sacramento’da Arnaldo’nun evinde iki akşam dinlenmiştim. Sıcak olmasını umduğum bir gün serin ve hatta soğuk sayılabilecek bir havada, kafamda soru işaretleri ile Arjantin sınır kapılarından birisi olan Fray Bentos’a doğru motorumla yola çıktım. Buraya gelene kadar olanları okumak için Uruguay Seyahat Notlarıma bakmanızda fayda var.
Arjantin’e köprüden geçerek girmiştim ve sınır geçişinde yaşadıklarım sebebiyle arkama bakmadan gazlamaya başlamıştım. Tek şerit bir yol, sınırdan sonraki ilk şehir olan Gualguaychu’ya götürüyordu beni. Sanırım 40 km kadar bir mesafe vardı. Şehirde birkaç tane kamp alanı işaretlemiştim ve şansımı denemek istiyordum. İlk işaretlediğim kamp alanına ulaşmak için ana yoldan ayrılıp toprak yolları olan bir kasabaya geldim. Bulduğum yer bahçesi çamurlanmış bir hosteldi. Köpekler ise durmadan bana havlıyordu. Fiyat da ucuz değildi. Kaldi ki benim cebimde nedense Arjantin pesosu yoktu pek. Yine unutmuştum para bozdurmayı. Orada kalmak istemeyip bir sonraki kamp alanına gittim. Orası da sezonu açmamış bir lunapark gibi bir yerdi. Korku filmlerinde kullanılan cinsten bir yerdi ve bir yerden bir bekçi gelmişti. O da bu boş alan için para isteyince şehirde bulduğum hostellerde şansımı denemeye karar verdim.
Zaten yiyecek bir şeyler satın almak için şehir merkezine gidecektim. Eğer o hostelleri beğenmezsem geri dönebilirdim. Şehirde ilerlerken başka kamp alanlarına bakmayı düşündüm ama onlara giden yollar tamamen çamur olduğu için ana yoldan ayrılmak istemedim artık. Gualeguaycu’da o gün yaşadıklarım, beni en çok bunaltan anılardan. Ne o anları hatırlamak istiyorum ne de kaleme almak. O yüzden, o zaman yazdığım Facebook iletisini paylaşacağım:
“Dün gece pek uyuyamadım. Uruguay-Arjantin sınır geçişi, yabancı birisinin aracı yurt dışına çıkaramama durumları beni fazlasıyla strese sokmuştu. Normalde rahatlığıyla bilinen bir insan olsam da dünya para harcadım, bütçemin çoğunu tükettim. Sınırı geçemiyorsun, derseler ciddi manada üzülürüm. Ondan uyuyamadım yani. Sabah erken kalkıp çantaları topladım. Evinde kaldığım Arnaldo isimli motorcu arkadaştan poşet vs istedim. Botlar ıslanmıştı. Ayağıma giydim, seleye de koydum. Hava güzel olacak deniyordu ama yola çıkınca üşüdüm. Durup ek kıyafet giydim, bir şeyler atıştırdım ve hep yoluma devam ettim. Sınıra kadar 230 km gibi bir yol vardı. Molalar, ısınan hava sıcaklıkları, bozulan yol kalitesi, kamyonlar, rüzgardan yorulan omuzlar vs derken sınıra yaklaştım. Bir benzinlikte bir şeyler yedim. Bir şeyler dediğim yoğurt, bisküvi ve kola. Biraz benzin satın aldım ve “ya nasip” diyerek dualarla sınıra sürdüm. Son 10 km idi. Her şey boşa çıkabilirdi. Çok gergindim ama sırıtmayı, gülümsemeyi eksik etmiyordum.
Sınıra gelince tırları geçip ilk durduğum yer Arjantin gümrüğü imiş. Çok ilginçtir pasaportta Uruguay çıkış damgası yok. Çok da umrumda değil şuan. Neyse, kadın bir memura gülen bir yüz ifadesiyle pasaportu, ruhsatı verdim. Hemen oraya bi genç damladı. Oturum izniniz var mı, diye sordu. Hayır turistim, dedim. Motosikleti Arjantine’e götüremezsiniz, dedi! Dakka bir gol bir! Kendinden bu kadar emin konuşan insanlara genelde inanırım. Hemen kafamda alternatif senaryolar yazsam da diretmeyi tercih ettim. Ama ben turistim, bu da benim motorum, satın aldım, bir sürü yasal evrakım, sigortam vs var, demeye başladım. İngilizcesi yetmeyince haspam evraklarla içeri geçti. Çok yaşlı bir amcaya danışarak beni ona sevk etti. O amcanın söylediklerini tam olarak duymasam da “Uruguay vatandaşı mısın” sorusunu anladım. Gayet rahatça “hayır
, turist” dedim (no, touRist). Tamam gidebilirsin ya bi sıkıntı yok, deyip beni dışarı yolladığında az önceki genç biraz dumur oldu ve “nası yiaa” gibi şeyler sormaya başlamıştı ki kadın memur arkadaş Arjantin için bir 90 günlük daha giriş damgasını pasaporta vurdu! Ben burdan yürürüm, artık bir şey olmaz, geçiyorum, diyecekken az öncekinin 20-30 yaş büyüğü, 10-20 cm uzunu bi amca geldi, “bir de ben bakayım” edalarıyla aldı pasaportu. Sen şu motoru çek kenara, bekle, dedi. Ben de bekledim. Kendisi içeri geçti ve bir süre sonra beni çağırdı. Bu amca aylar önce Namık Abi’yi de zorlamış. Konuştuk, teyit ettik…
İçeri geçtim. Israrla İspanyolca bilmediğimi vurguladım. Google translate açtı kendisi ama ben açmadım. İngilizce anlayın, Türkçe anlayın, bana ne, ben gülümsüyorum bir kere havasındaydım hep. Olmaz, giremezsin, oturumun yok, yabancısın gibi laflara “evet, turistim, geri döncem, turist işte” diye karşılık verdim. Sonra bir evraklar, bir fotokopiler, sigortayı istemeler… Bitmiyor yemin ediyorum. O kadar uzun süre gülümsedim ki yoruldum. Pasaportta çıkış damgasını aramayan, bilgileri bilgisayara girerken KADIKÖY yazamayan bir memurun beni Arjantin’e girmekten alıkoyamayacağına emin oldum bir süre sonra. Hatta bazı kimlik bilgilerimi ben kendim klavyeden tuşladım. Ve hep güldüm, sabırsızca davranmadım. İçimden de dedim ki “ulan bu gülmelerin sonu ağlamak olmasın”. Zaten başıma gelenler hep aklıma gelenlerden…
Müzakere süreci bittiğinde 90 gün sonunda dönecek şekilde anlaştık. Tamam dedim. Bagajı aç dedi. Açtım. Uyuşturucu var mı diye sordu. Come on, dedim. Ayıp oluyor ama! Cidden bu iki cümleyi kurdum. Köpek getirip koklatmıyor, bana soruyor. Neyse, bi küçük kağıda damga vurdu, “yallah” dedi el kol hareketiyle. Motoru az öteye çektim. Geriye doğru yürümeye başladım. E git demedim mi, yaptı adam. Tuvalet nerde hacı abi, dedim baya geri yürüyüp abdest bozdum. Dönüp motora bindim. Az ilerde köprü ücretini ödeyip Arjantine, Uruguay nehri üzerindeki köprüden giriş yaptım. Saat 15:00 civarıydı.
Ülkeye girdim diye hemen sevinmemeli. 30km ötedeki Gualeguaychu’da 3 kamp yeri, 1 adet de hostel işaretlemiştim haritamda. İlk kamp yerine kadar durmadım. Yolun kenarında terk edilmiş bir yerdi. Kış olunca mevsim, normal. Bir yerlerden bi amca ve iki köpek geldi. Kaç para, dedim. Telefondan hesap makinesini açtım. Yaz buraya, anlamıyorum, dedim. Ve adam ısrarla cebinden kağıt para çıkarıp “bana bundan vereceksin” dedi. 20 tl istiyormuş. Sivrisinek sayısının fazlalığını ve o ortamda o adamla yalnız kalma riskini değerlendirip diğer kamp yerlerine bakmaya gittim. Ulan işletme kapalı, benden 20 tl hacılama derdinde herif. Devam ediyorum. Şehrin içine girince yavaşça ilerlemeye başladım. Aslında devam etsem yarın gitmek istediğim yer 250km ötede. Gidemez miyim? Gitmeyeyim erken konaklarım. Dar sokaklarda ilerlerken artık iyice varoş mahallerde motor sürüyordum. Kamp yerine giden son 1km yolun tamamen çamur ve tabiri çaizse çingene mahallesi dediğimiz kıvamda olduğunu görünce bu 2 kamp yerinden hayır gelmeyeceğini anladım ve hosteli aramaya koyuldum. Kısa sürede önüne geldim. Kapıyı çaldım. Adam geldi ve oda yok dedi. Şu yazıyı o olaydan saatler sonra yazıyorum, booking de hala oda var yazıyor. Boyu devrilsin! Karşıdaki hosteli gösterdi. Orayı da internette görmüştüm. 30 tl istedi. Motoru nereye bırakabilirim, diye sordum ve bu fotoğrafın hikayesi başladı. [ Burada küçük bir kısmı sildim, Senora Mabel isimli Fotoğraf Hikayemde yazacağım 🙂 ]
Döndüm geri. Kaç para istiyordunuz dedim. Hesap makinesini açtım yine. 150 Arjantin Peso’su! (30tl). E ben de Arjantin parası yok. Döviz dönüştürücüden 150 Arjantin pesosunun 285 Uruguay pesosuna denk geldiğini gösterdim ve 300 teklif ettim. Ekrana baktılar, anlamadılar ve kağıt kalem alıp 150 yazdılar. Şaka olmalı Fiyatı anladım, orta yol bulmaya çalışıyorum. Uruguay Peso’su versem? Hayır! (Yav Uruguay şurası be). Dolar versem? Hayır! Kredi kartı? Hayır! Pellegrini sokağında cambio (dövizci) var. Orda bozdurabilirsin, dedi. Haritada bulup gösteremedikleri gibi ilk defa maps.me de çıkmayan bir sokak gördüm.
Aldım depo üstü çantayı düştüm yola. Sokağı bulamıyorum. Sora sora bulamadım hatta. Haritada Dia’yı görünce gidip alışveriş yapayım bunların parasını da yarın veririm be dedim. Bu sırada motosiklet botunun içinde poşetlerle dolaşıyorum ve pantolonun altındaki içlik 22 dereceyi bulan havada beni iyice yoruyor. Bir güzel alışveriş yaptım, kart geçiyor mu diye sordum. Evet dediler. Dık dık her şeyi okuttuk. Kart geçmedi! Dolar? Tabi geçmedi. Uruguay parasını sormadım bile.. Peki şu sırada bekleyenlerden hiçkimse İngilizce bilmiyor diye haykırınca bir kadın “pellegrini” ve “cambio” kelimelerini aynı cümlede kullandı. Hay sokağını… Ben bulamıyorum orayı be! 3 sokak aşağı, 1 sokak sağa dedi kasiyer. Gittim harbi ordaymış.
E cambio olmak kolay değil. 100 tl lik para verdim. Normalde 100 tl, biz boşuna mı tükan açtık kıskıskıs diye güldü ve 75 tl teklif etti. Caydıramadım. Veryansın be! Aldım parayı önce Dia’ya gittim. Çünkü açım. O ton balıklarını bırakmam! Bisküvilerim felan hep Senyora Mabelin evinde kaldı. Onu da yarın sabah ziyaret edicem. Şimdi gitsem kafası karışır. Ayıklayamıcam pirinç taşı falan. Dia’dan alışverişimi tamamladım. Hostele doğru yorgun bir şekilde yürürken parkın içinden geçeyim dedim ve kafama kuş s…. Ya havle… Sabahın 7sinde Uruguayda tazelediğim gusül, olmamış sanırım. Hostele bir süre sonra bitap bir şekilde vardım. Artık hava kararmıştı. Tüm süreç 3 saatten fazla sürmüş yani. Hosteldeki kadın “nerede kaldın ya” dedi. Şimdi bir cevap vericem olmıcak, vermicem içimde patlayacak. Al dedim. 100 ve 50 peso. Aaaa işte bu. Yapma ya, sanki anlamamıştım sonra bir şey uzattı bana. Çantamın küçük kilidini düşürmüşüm, almış saklamış. E hadi tamam affetmesem de yumuşadım.
Fotoğraf hikayelerim böyle oluyor, bazen böyle günler yaşıyorum ben. Bunlar seyahatin parçası, ama bugün bu şehir beni çok yordu. Gualeguaychu! Adı bile zor. Uzun süredir gördüğüm en çirkin, en saçma, en pratik zekası düşük, en berbat, en uğranılmayası şehir. Bayadır böyle boş bir yer görmemiştim. Bir şehri bu kadar sevmediğimi hiç hissetmedim sanırım.
Çok uzattım. Siz bunu okurken ben yüksek ihtimal uyuyor veya motorum için endişeleniyor olacağım. Kuzeye doğru çıkmaya karar verdim. İnsanlardan uzak 1-2 gün geçirmeye ihtiyacım var. Henüz internet falan da satın almadım. Sık paylaşım yapamayabilirim birkaç gün.
Yolda görüşürüz “
Bu iletinin tamamını okuduysanız, yazıya başladığımda (yani 7 ay sonra) bazı şeyleri tam olarak net hatırlayamadığımı fark etmişsinizdir. Not defterimi kontrol etmeye de üşendiğimden, Facebook iletisi beni çok iyi uyardı ama yazıyı düzenlemek istemedim. Öylece bıraktım. Hey gidi Gualeguaychu. Ne yormuştu beni yahu! Yılmadan okuduysanız teşekkür ederim.
Ertesi sabah Senora Mabel’in evinden motosikletimi almış, kaldığım hostelin önünde çantaları düzenlerken minik minicik bir kahvaltı yapmıştım. Sonra yola çıkarak kuzeye sürmeye karar vermiştim. Buenos Aires yakındı ama oraya başka zaman yine gelebilirdim. Kuzeye çıkıp ısınmalıydım. Sürdükçe sürdüm. Ancak, motosiklet küçük olunca o boş yollar pek hızlı aşılmıyor. Sanırım küçük motosikletin beni en çok zorlayan yanı bu: boş yollar! Corrientes isimli şehre varmak istiyordum, orada Couchsurfing’ten birisini de bulmuştum ama 700 küsür kilometre gitme şansım yoktu. Bu yolculukta hiç o kadar uzun sürmedim zaten. Yolu neredeyse iki eşit mesafeye bölen noktada Curuzu Cuatia isimli bir şehir vardı. O şehrin de tam merkezindeki park, kamp olanı olarak gözüküyordu. Hedefimi orası olarak belirledim ben de. Geceyi orada geçirdim. İlk Kamp isimli yazımda detaylarını bulabilirsiniz.
Sonraki gün Corrientes’e doğru yol alırken yol üzerinde bir benzinlikte param yettiği kadar benzin alıp internetlerini kullandım. Ancak bu para olayını tam çözememiştim. Yakındaki şehre gidip para bozdurmak istediğimde ana yoldan ayrılmam gerekti. Şehir çok kalabalıktı ama bir banka bulmak zorundaydım. Ve o gün anladım ki Arjantin’de bankalarda para bozdurmak diye bir şey pek söz konusu değil. Ayrıca banka içerisinde cep telefonuyla konuşmak yasak. İlk banka, bozduramayacağımı söyledi. İkincisi de aynısında diretince nedenini sordum ve bankada hesabım olması gerektiğini öğrendim. Duyduğum en saçma şeylerden birisiydi. Ben de ATM’den para çekip yoluma devam ettim. O kadar uğraşacağıma ATM’ye komisyon bırakırım, diyorsunuz ama pek de kârlı olmuyorsunuz. Hızla devam edip Corrientes’e vardım. Şehrin girişinde siyah kapılı bir evim var diyen ev sahibimin evini kolaylıkla buldum ve Baron’u bahçeye park ettim. Bana çok güzel bir hoşgeldin olmuştu çünkü çay, kraker, ekmek, dulce de leche hemen ikram edilmişti. Çok mesuttum. Üst katı da bana tesis etmişlerdi. Keyfime diyecek yok. İki akşam orada kalmaya karar verdim. Hem motora bakım yaptım, hem de kıyafetlerimi çamaşır makinesinde bir güzel yıkadım. Bir gün de şehri gezmek için kalıyordum. Sonra hedefim Paraguay’dı. El Chaco bölgesine gitmeyeyim diye özellikle bu evdekiler uyarmıştı beni 🙂 Ama dinlemedim.
Corrientes şehrinde çok güzel nehir kenarı plajlar var. İnsanlar güneşin ve sıcağın tadını çıkarıyorlardı. Evet, sıcak. Buenos Aires çok soğuktu ama neredeyse 1000 km kuzeyindeydim. Hava 35 derecelerdeydi. Ama bir sıkıntı daha vardı. Toplu taşıma! Bir otobüs bulup kaldığım eve geri gitmem neredeyse 2 saat sürmüştü. Hiçbir şoför veya vatandaş, gitmek istediğim konumu anlamamıştı. Hatta, ” senin haritanı anlamıyorum ” diyen bile olmuştu. Arkadaş bu google maps, başka dünya yok, diyememiştim yine. Bunlar hep İspanyolca bilmemekten. Eve varıp iyice dinlenmiştim. Sinir bozucu bir gün olmuştu.
Sabah kalkıp Paraguay’a doğru yola çıkacakken motoru yan yatırmış ve benzin filtresindeki hortumu yırtmıştım. Oysa ters yöne düşmüştü. Ev sahibinin motorcu olan oğlu beni aracıyla tamirciye götürmüş, Hortumu, filtreyi vs değişmiş ve 60 tl ödemiştim.
Sonra üşenmeyip, kavurucu sıcakta, belki de en sıcak günlerden birinde Paraguay’a doğru 480 km motosiklet sürmüştüm. Sınır geçişi ise Güney Amerika’daki en hızlı geçiş olmuştu. Toplamda 3-5 dk içinde sınırı geçmiş ve kalabalık trafiğin içinde Asuncion’da bulduğum hostele gitmek üzere gaz açmaya başlamıştım.
Arjantin’e Uruguay’dan gelmiştim. Uruguay Seyahat Notlarımı da okumanızı tavsiye ederim. Sırada, çok kısa kalacağım ama yine bolca dostluk sığdıracağım Paraguay Yazısı var. Bir de şu “girme” dedikleri El Chaco bölgesi…
Hacı yazılarını okudum çok macera yaşamışsın
BeğenBeğen
Teşekkür ederim 🙂
BeğenBeğen
Çok maceralıymış hacı😊
BeğenBeğen