Motosiklet Kullanmaya Nasıl Başladım?

Bilenler biliyor. Çok uzun süredir motosiklet kullanan birisi değilim. Ancak bana onlarca güzel anı, birçok dost, mükemmel arkadaşlıklar, unutulmaz günler yaşattığını inkar edemem. İşte tanışma hikayemiz…

Başlamadan önce not düşeyim; ben, bir şey satın alacağı zaman derinlemesine araştırma yapar, en az 2-3 ay ilgili terimleri öğrenmeye ve uygun ürünler bulmaya çalışırım. Malum çevrimiçi alışveriş sayfası üzerinde “motosiklet” sekmesine bile bile tıklamadığım, “aman bunun osunu busunu öğrenmekle kim uğraşacak” dediğimi hatırlarım. İçine girersem çıkamam diye motosikletten -hatta birçok diğer hobiden- uzak durduğum olmuştur. Hatta otomobil ehliyeti almaya karar verdiğimde bir arkadaşım, “motosiklet ehliyeti de al, aradan çıksın” demişti. “Yok yahu, araba kullanmak istiyorum ben, ne motoru” dediğimi de dün gibi hatırlarım (not: hiç arabam olmadı, hala araba kullanmayı pek beceremiyorum, Nisan 2016). 

Gel zaman git zaman, araba satın alacak maddi güce hiç ulaşamadım. Motosiklete bakış açımda da bir değişme olmadı. Sokakta gördüğüm motosikletlere karşı hep nötr idim, ancak ekipman olarak ‘kask’ hep çekici gelmişti gözüme. Rossi’yi falan bilmiyor da değildim hani.. 🙂 2012 yılında, Örnek Mahallesi’nde otururken (Göztepe, İstanbul) çok sevdiğimiz dürümcünün paket servisçisi ile tanış idik. Bir gün sokakta motosiklet ile beni bir yere bırakmasını istediğimi hatırlıyorum. Hayatımda ilk kez motosiklete binmiştim! Kask, mont vs yok tabiki. Ne olduklarına, ne işe yaradıklarına dair pek fazla bilgim de yoktu. Bir yokuş inişinde, “frenler tutmayacak sanki” diye de düşünmüştüm 🙂 Sonra, pek bir etkisi olmadı bu olayın. Yine, hayatımda motosiklet yok. Aksine, çeşitli araba modelleri bakmaya başlamıştım. Fakat, kafama dank eden şey araba olsa da İstanbul’da bir yere gitmenin çok zor olduğuydu. Araba alırsam da tek istediğim, her Cuma akşamı bir yerlere gitmek ve Pazar günleri dönmekti. O zamandan kafamda bir gezme arzusu varmış 🙂

Sene oldu 2013! Maddi durumlar biraz düzelmiş, çok istediğim Japonya seyahati için uçak bileti bakmaya başlamışım. Her şeyi planlamak için kolları sıvadığım bir sırada, bir otomobil ilanı dikkatimi çekiyor. O kadar çekiyor ki kalkıp aracı görmeye gidiyorum. Satıcı ile pek hoşlaşmasam da aracı almaya niyetliyim. El sıkışıyoruz. Kredi için başvuruyorum ve onaylanıyor. Sonra nedense arabayı satın almak ve Japonya’ya gitmek arasında tercihimi Japonya’dan yana yapıyorum ve o güzel kırmızı arabadan vazgeçiyorum. 

Japonya’ya ilk gidişim 2013 yazıydı. Uçakla gitmiş, otellerde konaklamış, olabildiğince gezmiş klasik bir turisttim. Ülkenin güneyindeki Kobe isimli şehirde hafif grip eşliğinde gezinirken Kawasaki’nin motosiklet müzesine girdim. Sanırım her şey orda başladı. Başta, ablak ablak müzeyi gezerken çalışanlardan birisi motosikletlerden birinin üstüne oturmamı ve fotoğraf çekebileceğini söyledi. Ben de öyle yaptım. Ve bir motosiklet üzerindeki ilk fotoğrafım:

DSC09020
21 Ağustos, 2013. Kawasaki Good Times Museum, Kobe, Japonya

E tabi oturuşum, duruşum falan hep faul. Hastalık dolayısıyla yüzümdeki ifade de pek bir nahoş. Olsun, o an bile “hee iyiymiş bu yahu” dediğimi anımsıyorum. Mekan müze olunca her motosiklete oturtmuyorlar. Ama beni daha kalpten vuran, bir sonraki motosiklet oldu. Hep söylerim: ilk motosikletimi ararken az bilen çok seven birisiydim. Bana bunu gösterirseniz, etkilenirim doğal olarak 🙂 Ayrıca, Japonya’da genci yaşlısı hep motosiklet kullanıyor, insanın gözü alışıyor motosikletin varlığına bir süre sonra.

DSC09028
Kawasaki Ninja

Hala motosiklet satın almak konusunda pek bir isteğim oluşmamıştı. İstanbul’a dönmüştüm ve yoğun trafikle boğuşuyordum diğer insanlar gibi. Fakat ben artık algıda seçiciydim. Trafikte sıkışıp beklerken araçların sağından tırtır ilerleyen motosikletlere başka bir gözle bakmaya başlamıştım. Bilinçaltımdaki hevesimi mantığa bürüyordum. Bunun örnekleri her geçen gün artıyordu. Bu işe girişsem mi girişmesem mi diye çok düşündüm. Sonuçta, uzun araştırma süreçlerine girecektim her zamanki gibi. Son kararımı verdiğim akşamı da çok net hatırlıyorum:

Şişli’de akşam dersinden çıkmışım. Evim ise Bakırköy’de. Herkes gibi ben de metrobüste yerimi almış Bakırköy durağına kadar gelmiştim. Oradan da dolmuşa binip eve geçeceğim. Evde de misafirler var, gırgır almış başını yürümüş. Bir an önce eve gitmek istiyordum ama nedense taksiye binmedim. O akşam o dolmuş, yolcu olmadığı için tam yarım saat hareket etmedi. İnsem mi, beklesem mi, kalkacak mı diye beklerken geçen süre tam otuz dakika. O sürede, oradan eve yürüyebilirdim de :/ Bekleyerek ne kadar da saçma bir şey yaptığımı düşündüm. Geri gelmeyecek, değerli vaktimi kaybediyordum. O zaman, artık kendi ulaşımımı kendim sağlamalıydım! İstanbul’un trafiğine de girmek istemiyordum. Bahaneler tek tek sıralandı ve birkaç gün içinde A2 ehliyet için bir kursa yazıldım 🙂

Honda CBR125 üzerinde motosiklet kullanmayı öğrendim. Öğrendikçe daha da hoşuma gitti. Ehliyetimi aldım, motosiklet aramaya başladım. Dedim ya, az bilen çok sevendim. Yeşil bir Kawasaki Ninja 250R çok cezbediciydi benim için. Bilmezdim ki uzun yol, uzun yolculuk, toprak, taş, çakıl, çöl… Gözüme güzel görünenin kaliteli olduğundan da emin olunca fazla tereddüt etmeden bir Ninja satın aldım (Ocak, 2014). Artık her şey çok daha çekilir olmaya başlamıştı. Ufak tefek düşmeler kalkmalar olsa da hayatın rengi daha parlaktı. 

İlk motosikletim Marimo ile de öteye beriye gittim, kendimi denedim. Ama bir şeylerin tam olarak şekillenmediğini hissedebiliyordum… Motosiklet ile yolculuk yapma fikrinin nasıl oluştuğunu da daha sonra anlatırım 🙂

Reklam

1 Comment

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s