Bazen “acaba yapabilir miyim?” gibi sorulara takılıyorum. Bu çok genel bir soru aslında. Kendimize tam anlamıyla güvenmediğimiz durumlarda ilk aklımıza gelenlerden…
Sonra hep bu fotoğrafı anımsıyorum. Çektiğim gün yüzüm gözüm dağıldığı için paylaşmadığım bu fotoğraf…
Moğolistan çöllerinde bir gün. Alman arkadaşlarımdan önce yola çıkmış olsam da yolda bir yerlerde birbirimize denk geliyoruz şans eseri. Mola veriyoruz. Bir sonraki şehre (Altay) 90 km olduğu için devam edeyim diyorum. Çocuklar, onlara video çekmemi istiyorlar. Araba ile tozu dumana katıyorlar, ben de bolca video çekiyorum. Sonra yanıma gelip duruyorlar. “Alp, is that sandstorm?”, yani “Alp, kum fırtınası mı o?” diyor bir tanesi. Arkamı dönmemle filmlerdeki gibi bir kum bulutunun üzerime geldiğini görüyorum. Hemen yola çıkmaya karar veriyoruz. Tabi onlar araba ile hızlanıp uzaklaşıyorlar. Ben üzerimi giyip kaskı kafama takıyorum. Tokasını bağlayıp vizörü kapattığım saniyede kum bulutu beni içine alıyor. Tarif etmesi çok zor bir duygu. Ürküyorum. Hepimiz bir yerlerde yoğun bir sise yakalanmışızdır. Hani en fazla 1-2 metre öteyi görebilirsiniz ya! Aynısının havada uçuşan kumlarla oluşanını düşünelim. Kum fırtınası bu! Kaskıma çarpan kumların o tanıdık sesi denizde dalganın vurup geri çekildiği anki sese benziyor. Ama, yüzünüze gözünüze vuruyor. E ne yapmalıyım? Hiçbir şey görmüyorum ki…
Sürmeye karar veriyorum. Ne zaman biteceğine dair bir fikrim yok. En azından ilerlemiş olayım. Ana yol dediğimiz ama aslında tamamen kum olan yoldan çıkıyorum. Şansıma bir araba gelip beni ezmesin! Ama kum o kadar fazla ki yol almak neredeyse imkansız. Korna çala çala ilerliyorum. Biraz ilerleyince sağ tarafımda koşuşturan develer görüyorum. Hepsi kaçışıyor. Meğer ahırlarına dönüyorlarmış. Onları geçince iki adet Moğol çadırı görüyorum. Hatta kapıda iki adet motosiklet var. Dursam mı? Yok devam edeyim. Edeyim de hangi yöne? Develerin gittiği tarafa mı? Yoksa böyle iki çadırın ortasından düz mü gitsem? Hiçbir şey görmüyorum ki 🙂 Alelade sürüyorum. Tek istediğim hareket halinde olmak. Bu sanırım 30-60 dk sürüyor. Hiç emin değilim. Motosiklet sürerken en çok korktuğum anlardan biriydi. Sonra bir ara fırtına yavaşlıyor. Görüş mesafem artıyor. Aslında yavaşlamıyor kum bulutu, tabir-i caizse içimden geçtiği için artık benden önde seyir ediyor.
Birkaç km daha ilerliyorum ve gücüm iyice tükendiğinde mola veriyorum. Kum fırtınasından yeni çıkmışım. Çadırım yok. Yalnızım ama arkadaşlarımı arıyorum. İçme suyum azalmış. Karnım acıkmıyor ama enerjim baya düşük. Hepsinden öte oralara kadar YBR125 ile gitmişim. Toz toprak sürüyorum… Bazen benim de pek inanasım gelmiyor. Çölleri bile o motorla aşabildim.
Sonra o saçma soruyu bi kenara itiyorum. Moralimi neden bozuyorum ki. Ne kadar inatçı olduğumu biliyorum. İnanıyorum ki mantıklı bir şey istersek, yapabiliriz de. Bizi engelleyen düşüncelerden ve kişilerden uzaklaşmalı.
“Ybr ile Japonya’ya mı gidilir la?”
Evet gidilir 🙂
