60. Gün!

ÖNEMLİ UYARI: Bu yazı, ve aslında geçen yaz yaptığım yolculuk, çoğunlukta Barış Manço dinleyerek gerçekleşmiştir. Lütfen okurken kendinize bir Barış Manço şarkısı açın 🙂

16 Eylül 2015 tarihi evden (Trabzon’dan) çıkıp doğuya doğru motosiklet sürdüğüm günlerin 60.cısı. Japonya’dayım. Yolculuğumun 24. kamp tecrübesi, ancak o gün ilk defa yalnızım. 

O anki hisle yazdıklarımı aynen aktarıyorum:

“Project TTR isimli serüvenimin tam 60. günü bugün. Evden ayrılalı 2 ay ne zaman geçti ben de anlamadım. Çok uzun bir 2 aydı bu çünkü her günü dolu doluydu. Birçok anı birçok dost edindim.

60.günde 24. kampım. İlk defa tek başıma kamp yapıyorum. Hatta kamp alanını kapattım! Kimsecikler yok. Mis gibi. Her zamanki gibi su ile tuvalet mevcut ve temiz. Önümde bungolav evler var ancak fiyatları gereksiz yüksek. Ben çimende mutluyum. Kuş seslerinden başka ses de yok. Kargalar ise açıkta bırakacağım her yiyeceğe dadanmak üzere bekliyorlar.

Bulunduğum kamp alanı bir golf tesisine bağlı. Golfe gelen pek yok gibi. Onsen de varmış. 2 ayın kirini ekstra atayım 🙂

Akşam yemeği alışverişimi de yaptım bu arada. Günlerdir mor lahana aşeriyorum adeta. Fotoğraftaki gibi dilimler halinde satılıyor. Aldım bu sefer iki dilim. Birini oturur oturmaz kırt kırt yedim resmen.

Son olarak, internet bi var bi yok. Zaten iyi çekmiyordu hiç 🙂 “

IMG_5399

[Onsen, Japon kaplıcası, hikayelerimizi anlattık o konuda 🙂 ]

Ardından biraz daha karalayıp bu yazıyı yazmaya karar vermiştim:

“2 aydır yoldayım. Vay arkadaş. Ben bile şaşırıyorum bazen gerçekten 125 cc ile mi geldim diye buralara kadar. Nerede kaldı lüks, rahat yatağım, pahalı kafeler… Taşıdığım bilgisayarı bile açmaz oldum. Yeni eğitim yılı da başladı sanırım, futbol sezonu da. Oysa Trabzonspor sevdalısıydım öğretmen kişiliğim yanı sıra…

Tek derdim kazasız motora binmek, karnımı doyurmak ve bir yerde güvenle uyuyabilmek. Çadır olur, restoran olur, hostel olur, park olur… Temel ihtiyaçlar nasıl da yetiyormuş. Geçenlerde matım patladığında duyduğum üzüntü saatlerce bilgisayarda yazı yazıp kaydetmeden kapatmaktan beterdi. Neyse ki tamir ettim. Telefondan da vazgeçerim sanırım ama bi şekilde haberleşmeye devam etmek lazım. Yola çıkıp gezmek çok şeye kadir. Deneyin lütfen 🙂 ne üzerinde seyahat ettiğinizin pek önemi yok 🙂

Selametle.
(Bu yazının daha uzununu göz ardı ettiğim bloguma bir ara yazayım)”

IMG_5400

 

Gel zaman git zaman… Ne kadar da göz ardı etmişim o günkü hislerimi… Şimdi tekrar yazabilmek için bile aramam gerekti. Ne kadar da geride kalmış? Daha fazla ertelemeden biraz karalayayım.

Yolculuğa çıkmadan önce fikirlerimi, hayallerimi çok az kişiyle paylaşmıştım. Yanımda birisi olmaması gerektiğine karar vermiştim. Yalnız başıma, kafamı dinleye dinleye giderim diyordum. Diyordum demesine de çok tecrübesizdim. Başarabilecek miydim? Eksik olduğum konularda ne yapacaktım? Mesela, Rusya’ya varınca navigasyon cihazı almayı düşünüyordum. Haritam da yoktu hiç. Peki, nasıl oldu da Japonya’ya kadar yolumu bunlar olmadan bulabildim. Trabzon’dan çıkınca Japonya tabelası mı vardı?

60 gün geçmişti yolda. Tek başıma otelde kaldığım olmuştu ancak 24. kez kamp yapmama rağmen nasılsa ilk kez yalnız başıma çadır kurmuştum. E hani kafamı dinleye dinleye gidecektim? Anlaşıldığı üzere pek yalnız kalmamıştım. Sanırım, bu sebeple o akşam benim için daha özeldi. 

Biraz geçmişe dönüp analiz yapmaya başlamıştım. Düşündükçe ne kadar amatör olduğumu daha iyi anlıyordum. Şükürler olsun ki adaptasyon yeteneğim var ve gerektiğinde standartlarımı çok düşürebiliyorum (çölün ortasında kötü bir konserve yiyip yoluma devam etmek gibi). Ancak her şeyi kendim mi başarmıştım? 60 koca günü devirmiştim. Birçok şeyden vazgeçmiştim ama hiç yalnız kalmamıştım. Nasıl olmuştu bu? Biraz örnek vereyim:

Yolculuğumun ilk günü Gürcistan’da Fatih ve Serdar ile tanıştım. Beraber konakladık. Fatih’ten (nedense o zamana kadar bulamadığım) navigasyon uygulamasını öğrendim ve telefonuma indirdim. Artık ücretsiz ve çevrimdışı çalışan bir yön bulucum vardı. Birçok kez de kullandım hatta. İkinci gün onlardan ayrılıp yola devam ettiğimde Cengiz Kahraman ve Adil Sevimlier ile tanıştım. O gün onlarla konaklamayıp Kazbegi dağlarına sürdüğümde kamp yapmak istiyordum. Şehir merkezine vardığımda Edward isimli bir motosikletli ile tanıştım. Beraber kamp yaptık. Nasıl yani? Hiç tanımadığım bir Amerikalı ile kamp mı? Evet, hatta birkaç Gürcü çocuğun nehir kenarında müzik dinlerken yaktıkları ateşi de devralmıştık. Bundan sonraki günlerde, her gün bir arada olmasak da Cengo ve Adil ile birbirimizden haberdardık. Moğolistan yakınlarına tek başıma geldim. Önce biraz Kazakistan’a gideyim diyordum. Kazakistan’a gideceğim sabah kaza yapıp vazgeçmiştim. Tam o sırada Serkan Söğüt’ün sayfamı paylaşması üzerine benimle iletişime geçen ilk Türk Mongol Rally ekibi ile tanıştım: Fırat, Ömer, Umut. Onlarla 2 gün kamp yaptıktan sonra Moğolistan girişinde ayrıldık. Çölde geçirdiğim ilk günde çadırımı kaybettim ancak yeni tanıştığım Roman, Lucas ve Cecilia ile bir süre beraber seyahat ettik, arabalarında yattım ve yolda birbirimizin arkasını kolladık. Başkent Ulan Batur’a geldiğimde Cengo ile devam edecektik. Ve bir hafta önce tanıştığım Fırat Dersimli bana bir yerlerde bir çadır bırakmıştı. Cengo ile devam ederken Serkan Söğüt ile de buluştuk. Birkaç gün üç kişi sürdük. Cengo’dan da ayrıldığımızda Japonya’da Serkan abi ile beraber sürüyorduk. Hatta öncesinde Sahalin Adası’nda Ahmet Cenk Cangir bizi evinde günlerce ağırlamıştı. Japonya biletlerini almamızı bile o sağlamıştı. Japonya’dayken Serkan abi ile tek ayrıldığımız gün onun doğum günü beni 60. günüm olan bu gündü. Çok kısa bir özet gibi olsa da yolda tanıştığım insanların o noktaya gelmemde payı çok büyük. Hatta yol öncesinde sorular sorduğum Savaş Balaban ve Özhan Ünverdi’nin de payları var. Edindiğim dostlarım, bu yolculuğun bana kazandırdığı en güzel şey. Öğrendiğim en önemli şey ise kendime dair yeni keşfettiklerim sanırım. En basitinden, o kadar da yalnız olasım yokmuş. Güzel dostlara yer varmış 🙂

60 gün. Söylemesi ne kadar kolay. Altmış. Normalde 2 aylık bir süre çok çabuk geçebilir. Ancak her sabah kalkıp motosikletiniz ile biraz daha ileriye gitmeyi hedefliyorsanız zaman algınız muhakkak değişecektir. Araba ile olsa durum bu kadar etkili cereyan etmez bence. Motosiklet olmalı, başarabiliyorsak bisiklet, çok cesaretimiz varsa yürüyerek belki. Ama en azından motosiklet. “Rüzgarı hissetmek” için sürmek diye bir deyiş var. Sanırım bu zamanında hiç ekipman giymeden, yaz günleri motosiklet kullananların kurduğu temel bir kavram. Ama artık fazlası var. İsterseniz dört mevsim motosiklete binebilirsiniz. Seyahat ediyorsanız sadece güzel havalarda motosiklet kullanmazsanız. Kısacası rüzgarı, yağmuru, soğuğu, nemi, güneşi, börtü böceği, kokuyu, korkuyu, kavurucu sıcakları, terleyişinizi, yoruluşunuzu, mutluluğunuzu, heyecanınızı, eğleniyor oluşunuzu ve daha birçok şeyi yaşayışınızı hissedersiniz. Bu kadar fazla hisse yer varken bir gün, normalden daha yavaş akabilir. Gün içinde yaşadığınız sorunlar, karşılaştığınız güzel insanlar, yapılan muhabbetler, konaklama arayışları, kurulan çadırlar, yapılan yemekler, tadı kötü tarifler, sipariş veremediğiniz restoranlar, daracık pansiyon odaları, hijyenik olmayan tuvaletler, aşırı hijyenik tuvaletler, çiğ balıklar, yemek istemediğiniz hayvan gıdaları, sivrisinekler, sıcak su arayışları, içme suyu bulamadığınız dakikalar, bomboş da olabilen yollar, bazen de bolca virajlar derken gün içinde o kadar fazla kalemle meşgul olursunuz ki çok yaşarsınız. Aslında bir gün bir güne eşit değildir. Yolda olduğunuz bir günden, işte geçirdiğiniz veya haftasonu arkadaşlarınızla pahalı kahvaltılara gittiğiniz günleri -belki de ikisini- çıkarırsanız geriye sıfır kalmayacaktır. Bu imkansız olurdu. Gel gelelim benim durumuma. Bu saydıklarımdan tam 60 tane tecrübe edip, 125cc motosikletimin üzerinde Japonya’nın tertemiz kamp alanlarından birinde, şehir merkezine uzak, tek başıma kalıyorum. Tek meşgalem olan internet de çalışmadığından iyice kendimleyim. Oturup düşünüyorum. Kimse olmadığında gün  ve gece birkaç kat daha uzuyor.

Birisiyle muhabbet ettiğinizde zaman çok çabuk geçer ya… Kendinizle muhabbet ettiğinizde sanırım aynı süreye çok daha fazla konu sığdırabilirsiniz. Ben de öyle yaptım. Geçen altmış günü bir güzel düşündüm. Yaptıklarımla tatmin oldum. Yapabileceklerimi düşündükçe gülümsedim. İşimi, maaşımı, İstanbul’u bıraktığım için hiç üzülmedim. Matrix filmine inancım bile arttı. Yaşadığımız hayatların hangi renkteki hapın sonucu olduğunu merak ettim. 

Yaptığım her şey benim tercihimdi. Kimse için çalışmıyordum ve aksilikler içerse de gün hep benim günümdü. Yukarda bahsettiğim duyguları o kadar kana kana yaşamıştım ki… Sanırım böyle hislere ulaşmama imkan sağladığı için motosiklet, doğru renkteki hap. Rahat bir yatak, renkli şehir sokakları veya sahte sohbetlerden sıkıldıysanız biraz seyahat edin. Yolda tanıştığınız birisiyle aynı dile konuşmasanız da çikolatanızı bölüşürken paylaşacaklarınız çok daha gerçek olacak. Beni Baykal’a gitmeye ikna etmeye çalışan motorcu Rus amca vardı mesela 🙂

Seyahat etmek için yol arkadaşlarınız olmasına gerek yok. Gittiğimiz yerlerde birileri her zaman olacak. Nice 60 günleriniz olsun inşallah. Çok özlediğinizde mor lahanalar bulasınız 🙂

Yolda görüşürüz 🙂

Ekran Alıntısı
Aomori Bölgesi’ndeki Mutsu isimli şehrin 5 km uzağındaki kaplıca önündeki kamp alanım (Honshu, Japonya, Eylül 2015)
Reklam

2 Comments

  1. Önemli olan yola çıkmanın kararını vermek, sonrası bir şekilde geliyor. Tüm gezginler hep iyi kişilerle karşılaşsın :)) Eline sağlık çok yüreklendirici bir yazı olmuş…

    Beğen

    1. Teşekkürler Kadir,
      Evet iyi insanlarla karşılaşmak baya önemli yoldayken. Zaten gezen insandan zarar gelmez pek 🙂

      Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s