İstanbul-Trabzon 1100km

map

İstanbul’dan Trabzon’a motosikletle seyahat edeceğimi söylediğimde pek destekleyen olmadı. “Motoru otobüse koy” diyenler, “O kadar yola gidilir mi?” diyenler, fikir verenler, caydırmaya çalışanlar… Ben ise sadece Trabzon’daki motoru koyabilecek bir yer ayarlaması için babamı aradım. O da olumlu cevap verince geriye sadece hazırlık yapmak kaldı. 

Yaptığım hazırlıkları sıralamadan önce bunun 1100km’lik bir yolculuk olduğunu hatırlayalım.

Ve hazırlıklar:

1- Ninja 250R ile eşya taşımanın zorluğunu daha önce belirtmiştim. O sebeple kendime iyi bir valiz almalıydım. Bulabildiğim en güvenilir ve ucuz ürün SW-Motech marka şu motosiklet çantası idi. İstanbul’da bunu getiren tek bir yer var bildiğim, onların da elinde kalmamıştı. Gümrük beklemeler vs. derken ürün adresime kargolandı. Bu iyi bir gelişme idi.

2- Yağmur yağması riskine karşılık üstüme bir yağmurluk aldım. Yedek bir kot pantolon da valizde idi. Onun korumaları olmadığından dizliklerimi de valize attım (çok yer kapladılar açıkçası).

3- Kilit. İyi görünümlü ama ucuz bir zincir satın aldım. Motoru örtmek için de bir adet çarşaf. Ucuz ve paspal bir görüntü çizerek itici olmaya yardımcı. Dikkat edilmesi gereken husus, egsoz soğumadan örtülmemesi.

4- Reflektör yelek. Kesinlikle gerekli.

5- Ekstra kıyafet, termal içlik, çamaşır ve seyahat süresince kullanacağım kıyafetler.

Sanırım hepsi bu kadardı. Valizi yükleyip, WD40 ı da ekleyince hazırdım. Yolun ortasında, yani Osmancık’ta birkaç saat uyumak için de Öğretmenevinden yer ayırttım. 30TL gibi ucuz bir fiyatı vardı.

Ve akşam saat 10 gibi otoparka gidip motoru hazırladım. Giydiğim kıyafetler o an beni fazla ısıtsa da başıma geleceklerden bihaberdim.

Yola çıkıp biraz trafiğe takıldım. Amacım son sahura yetişmekti. Yani 27 saat gibi bir sürem vardı. Daha öncesinde bu kadar uzun bir yola gitmemiştim. Doğuya doğru ilerleyeceğim için, güneş gözüme girmesin diye gece yola çıkmıştım. Fakat, gece yolculuğunun başka getirdikleri vardı.

Trafik hafiften başlamış, Mecidiyeköy yine kolay geçit vermiyordu. Karşıya geçtiğimde bagajımı bir kontrol ettim ve yola devam ettim. Yol artık açıktı. TEM’de devam ederek gazlamaya devam ettim bir süre. Ancak o kadar çok otobüs vardı ki birilerinin beni görmemesi çok yüksek ihtimaldi. Ancak en büyük sıkıntı bu değildi. Sapanca’ya yaklaştığımda artık çok hızlı akan bir trafik vardı. 120 km hızda gitmek artık saygısızlık haline dönüşmüştü. Ben de hızımı 140lara çıkardım ve bu şekilde devam ediyordum ki artık büyük sorunum baş gösterdi; soğuk! Hava gittikçe soğuyordu. Gittikçe daha çok üşütüyordu. Düzce’de verdiğim bir molada çay/çorba/çiş ihtiyaçlarımı karşılamam gerekiyordu.

Bu mola sırasında valizimdeki kıyafetlerden birkaçını giyinmem gerekiyordu. Kevlar pantolonumu satın aldığımdan beri ilk kez bu kadar üşümüştüm. Termal içlik giydim, bir kat daha tişört giydim. Eldivenlerim kısa olduğu için bileklerimden soğuk hava giriyordu. Montumun manşetlerine reflektörlü velkroları bağladım. Bir nebze işe yaradılar sonra. Telefonumu biraz daha şarj edip, tekrar yola çıktım.

Bolu’ya vardığımda aylardan Ağustos olduğuna inanmak çok zordu. Böyle bir soğuk olamazdı. Bolu mu yoksa Doğu muydu? Bir yanlışlık vardı. 10 derecenin altında olan soğuk hava sürüş zevki bırakmamaya niyetliydi. Ancak ben yılmayacaktım. Bir molamdan sonra tümsekten geçince valizimin öne kaydığını ve bana çarptığını hissettim. Durup yedek kayışlarla sıkıca bağladığım valiz yol boyunca bana yine sıkıntı çıkaracaktı. Sert amortisörlerin yardımı oldu bu konuda sanırım.

Bolu’dan Samsun tabelasını takip ederek ilerlerken saat sabahın 4’üydü. Gün ağarmaya çalışsa da sis buna müsaade etmiyordu. Bir sis düşünün ki sadece 100 metre öteyi görmenize izin versin. Sis ayrıca nem, soğuk hava demekti. İçinde bulunduğum durumu beğenmiyordum. Çünkü, üşüyordum.

Bir süre sonra gün ağarmasa da sis kayboldu. Sanırım bir 100 km sürmüştüm siste. Belki de daha fazla. Ancak, yeni yapılmış yollar dağların arasında güzel bir sürüş keyfi vermeye başlamıştı. Çerkeş’e geldiğimde yediğim soğuğu atlatmak için bir çay içmem şarttı.

Konaklama yapacağım yere, yani Osmancık’a 180 km uzaklıktaydım. Sabah 9’da orada olmayı planlıyordum. Yeterince gazlayarak, bomboş yollarda kontrolü kaybetmeden, radara yakalanmadan varmayı başardım da. Sabah 9 sularında Osmancık Öğretmenevi’ni elimle koymuş gibi bulamasam da 10 metre yakınına kadar gelmeyi başarabilmiştim. Hemen odama geçip duş aldım. Uyudum. Erken uyandım. Cuma vakti olmuştu bir namaz kıldım. Seferi olduğumdan bir şeyler yedim. Sonra biraz daha uyudum. Saat 4’te orayı terk ettim.

Osmancık’tan çıkınca yollar biraz bozulmaya başlıyor. Bir süre yol yapım çalışması vardı. Pek sıkıntı değildi. Ancak ardından gelen rüzgar da neydi öyle? Solumda esen sert ve kesintisiz rüzgar, motoru benim hiç yatıramadığım kadar yere yaklaştırıyordu. Düşüyor muyum acaba düşüncesi eksik olmadı 40 km boyunca. Mola vermek zorunda kalmıştım. Öğrendim ki orada sabahtan akşama kadar öyle sert rüzgar esermiş. Merzifon’a gelince biter dediler, cesaret edip sürdüm. Bitti harbiden. Şehiriçine ulaşmak ne hoş bir duyguydu.

Samsun’a vardığımda her şey daha güzeldi. Giresun’da arkadaşımla buluşacak olduğumdan molaları kısa tutmaya çalışıyordum. Ama tutmadım. Yedim, içtim. Enerji depoladım. Samsun’dan çıkınca yol çok güzel. Ordu’da hiç duraklamadım diyebilirim. Hava karardığında Giresun’a gelmiştim bile. Akşam 10 gibi Giresun’da arkadaşımla buluştum. Sahil de bir şeyler yedik, içtik. Muhabbet ne kadar güzel olsa da evime ulaşmam için henüz 150 km vardı ve artık iyice uykum geliyordu.

Gece yarısı yola çıkıp saat 02:00’da sahura yetişecektim. Çoktan 24 saati geçmişti İstanbul’u terk edeli. Trabzon il sınırına yaklaştığım sıralarda heyecanlanmıştım. Tabelayı kaçırmamalıydım. Kaçırmadım da.

Artık Ev çok uzak değildi. Dikkatlice sürdüm çok iyi bildiğim yollarda. Hep minibüs veya otobüsle geçmiştim buralardan. Artık yaşayarak geçiyordum motorumla. Eve çok yaklaştığımda durup ekmek aldım.

Herkesi balkonda sahur yaparken yakalamayı planlıyordum. Ancak, olaylar hiç de öyle gelişmedi. Vardığımda sahura uyanamamış bir aileyi telefonla arayarak uyandırmam gerekti. Yine de olsun. Gece yarısı orada olmamı beklemiyordu ne annem ne de babam. O gün geleceğimi söylememiştim.Güzel bir anı olarak tarihe geçti. Onlara yaptığım en büyük sürprizdi sanırım. En azından ziyaretlerim konusunda.

Ertesi gün Marimo’nun 10bin bakımına gitmesi gerekiyordu. Fakat, insan içine çıkmadan önce biraz temizlik yapmak iyi olur diye düşündüm.

Bu gidişin bir de dönüşü olacak…

5 Comments

  1. Racing makina ile uzun yol nedir sanırım anlayabiliyorum 🙂 Bursa – Mersin 1047 km tek gün 16 saat 😦 sabah Bilecikte soğuktan parmaklarım donarken öğleleyin Aksaray’da sıcaktan bunalıp soğuk bişeler içmiştim… Süpersport bir makina ile uzun yol yüksek kondisyon gerektiriyor…

    Beğen

    1. Kesinlikle katılıyorum Volkan. Çantada 4 mevsimlik ekipman olmalı böyle bir yolculuk için. Ben de İstanbul’da sıcaktan bunalarak başlamıştım yola, Bolu’da soğuktan donmuş, sonrasında siste kaybolmuş, ardından da yine sıcaktan pişmiştim 🙂

      Beğen

  2. Merhaba iki kişi Honda CBR 1000 RR ile bu yola gitmeyi düşünüyoruz ben arkada olacağım sırt çantası takmayı düşünüyorum biraz bilgi verir misiniz nelere dikkat etmeliyiz ne yapmalıyız ne yapmamalıyız. Motorla daha önce 2 kişi bu kadar uzun bir yolculuğa çıkmamıştım sırt çantası sorun yapar mı acaba?

    Beğen

    1. Çanta ağırsa bi süre sonra omuzları çok yorar. Ayrıca sabit değilse dengeyi de bozar. Hepsini geçtim, artçı olarak sizi hepsinden fazla yoracaktır. 100-130 arası hızlarda kalmanızı tavsiye ederim. Hızlı gitmek isteyebilirsiniz ama rüzgar bir süre sonra gücünüzü iyice alacaktır. Keyifli sürüşler. 🙂

      Beğen

Yorum bırakın